Sıradanlık ve başarısızlığın güçlü etkenlerinden biri de “toplum” evet. Fakat bu kişinin, kendi dışında herkesi suçlaması gerektiği anlamına gelmiyor. Toplumu ve tabuları görmezden gelmeniz gereken zamanlar olduğunu unutmamak gerek.
Yani özetle bu başarısızlık sebeplerinin çoğu toplumsal baskı ve toplumsal algı ile de yakından ilgili. Hiç şüphesiz toplumsal algı, her insanın içine işlemiş acı bir gerçektir.
Hatta bu toplumsal algının bireyler üzerindeki etkisi; Farklı topluluklar, farklı ülkeler ya da kültür ve eğitim seviyesine göre değişkenlik göstermeyebilir.
Mesela birçok Avrupa ülkesinde, Türkiye’de Arap alfabesi kullanıldığını ve hatta develere binildiğini düşünen insanlar hala var. Bunu düşünen insan sayısı arttıkça, toplumda algı da bu şekilde kesinlik kazanmaya başlıyor. Alakası bile olmayan durumlar, kesin bilgiymiş gibi önce kulaktan kulağa, sonra algıdan algıya geçiş yapıyor.
Ama kesin bilgi değil, yaymayalım lütfen.
Kimse de çıkıp bunun gerçekliğini sorgulama gereği duymuyor. Olan bilgi alınıyor ve olduğu gibi kullanılmaya başlanıyor.
Algının bu gerçekliğe tamamen inanma süreci sona erdiğinde, bu ülkelerden Türkiye’ye turistler de gelebiliyor. Metro ya da otobüs duraklarındaki Latin alfabesini görmelerine rağmen, bu turistler ülkelerine döndüklerinde Türkiye’de hala Arap alfabesi kullanıldığını düşünmeye devam ediyorlar.
Çünkü toplum, tekrar tekrar gelen bilgiyi çoğu zaman sorgulamadan doğru kabul etmeyi tercih ediyor.
Bu duruma ‘’Algı yönetimi’’ adı veriliyor.
Örneğin toplum için mutsuz, mutlu, sinirli ya da sakin olman gereken zamanlar vardır. Ders notların dibe vurmuş olabilir ya da sınıfta kalmış olabilirsin. Ve bu durumda topluma göre, mutsuz olmak zorundasındır.
Çünkü beynin çalışma sistemi, daha önceden bildiğini kullanmaktır. Eğer bireyin azmi, cesareti ve sorgulama arzusu törpülenmediyse, önceden bildiğini kullanmak yerine sorgulamayı tercih edecektir. Fakat bu olmadığı zaman, ortaya koyduğunuz davranışlar sizin davranışlarınız değil, sadece genel algının bir kopyasıdır. Bu da sıradanlığın bir başka açısıdır. Zaten bu nedenle herkes gibi yaşayan insanlar mutlu olamamaktadırlar.
Yani var olan bilgiyi, yeni bilgiler ile tazelemedikçe, kafalar hep birbirinin aynı kalacaktır. Eğer tembellik yapmak istiyor ise, önceden bildiğinin üzerine hiç koymadan kullanan bir beyin ile karşı karşıyasınız demektir.
Yani toplumun genel algısına göre “Ders notların düşükse, mutsuz olmak zorundasın.”
Eğer toplumun genel algısına hiç sorgulamadan ayak uyduruyor isen, gerçekten yaşamıyorsun demektir. Senin hayatını sen değil, senin yerine toplum yaşıyor. Senin seçimlerini sen değil, senin yerine toplum yapıyor demektir. Yani algının toplum tarafından yönelime şekline, hiç yaşanmamış bir hayat da denebilir.
Eskiler hep söyler; ‘’Bir şeyi 40 kere söylersen, o şey gerçek olur.’’ diye. Eskiler olayı çoktan çözmüşler. Bir şeyi 40 kere söylerseniz, algı bunu doğru kabul etmeye başlar sadece. Peki, sizin ‘’gerçek’’ kelimesinden anladığınız ne?
Eğer toplumun genel algıları ya da yargıları ile mücadele edecek gücünüz yok ise, sizin için önceden hazırlanmış ve çoğunluk tarafından kabul edilmiş sözde bilgiyi alacak ve olduğu gibi kullanacaksınız. Faydasını göreceğinizi düşünmüyorum.
Gerçek doğrular ile mücadele etmek, cesaret ister. Algı, yönetmeniz gereken bir içgüdüdür.
Eğer kalbinizde gerçek bir hayat yaşayacak kadar cesaret varsa, beyniniz sorgulanmış ve sağlaması yapılmış gerçeklikler ile dolu olacaktır.
İnsanlar hayat amaçlarını ancak toplumun onlara vurduğu zinciri tamamen kırdıklarında fark edebilirler. Ve bu süreçte geçirilen zaman, bireyin kendi için yaşamadığı bir zaman aralığıdır.
Peki, senin hayatının amacı ne?
Şimdi hayatınızı geriye saralım biraz. İlk âşık olduğunuz güne dönelim mesela. O kadar heyecanlısın ki, tüm gece gözüne uyku bile girmemiş. Birkaç saat uyunan yarım yamalak bir geceye rağmen, hiç şikâyet etmeden ve olması gerekenden bir saat önce uyandın.
Kendine hiç olmadığı kadar fazla özen gösteriyor, işine ya da okuluna olması gerekenden çok daha erken gidiyorsun. Üstelik bunu severek, isteyerek ve hevesle yapıyorsun. Çünkü seni heyecanlandıran yeni bir şey var hayatında. Daha önce hissetmediğin, bünyene çok yeni bir duyguyu yaşıyorsun.
Tebrik ederim, kendine bir amaç edindin.
Şimdi de alıştıra alıştıra gerçek dünyaya geri dönelim. Eğer kendiniz için yeni bir amaç bulamıyor iseniz, yaşadığınız hayat sadece uyumaktan, oyun oynamaktan, dedikodu yapmaktan ya da dizi-film izlemekten oluşuyordur muhtemelen. Ya da farkında olmadan bu yola doğru kayıyor olabilirsiniz.
İnsan, uykusunu alamadığı için 15 saat uyuma ihtiyacı duymaz. İnsan bilinci sadece yeni bir güne uyanmanın o kadar da önemli olmadığını düşündüğünde 15 saat uyumak ister.
Peki, sen bu iki hayattan hangisini kendine daha yakın görüyorsun? Her şeyi olması gerekenden daha erken, daha istekli, severek ve hevesle yapanlardan mısın? Yoksa 15 saat uyuyup, kalan 9 saati dizi-film izleyerek geçirenlerden mi?